Atalarımız nasıl konuşurdu? İşte Osmanlı dönemi Türkçe konuşma dilinin örnekleri.
Atalarımız nasıl konuşurdu?
Onların dilini bugün de anlar mıydık?
Çağdaş Türkçemiz dil devriminin bir ürünü mü?
Dil konusu ile yeni uğraşmaya başlamış her kişi kendisine bu soruları sormuştur. Hatta okulda "Türkçeyi Atatürk yarattı, atalarımız Osmanlıca konuşurdu" gibi bilgisizce yorumlarda bulunan kişiler ile yüz yüze geldiğim de olmuştur. Gerçi bilgisiz olan insanların bu tür görüşlere sahip olması bence doğal bir şey, çünkü Osmanlı eserlerinin diline baktığımızda orada kullanılan dilin ve çağdaş dilimizin aynı olmadığını görüyoruz. Peki neden? Osmanlı edebiyatının sorunu şu ki; Türkçeyi iki bölüme ayırmıştır. Bir yanda fasih Türkçe olarak da anılan edebi dil, diğer yanda kaba Türkçe olarak anılan ve genelde sadece konuşulan, nadiren yazılı dil olarak da kullanılan halk dili. Yani Baki ve Nabi gibi divan şairlerimizin dilini anlamıyorsanız bu Türkçemizin değiştiğinden, aynı Türkçe olmadığından kaynaklanmamakta. Emin olabilirsiniz ki Nabi ve Baki ile aynı çağda yaşamış Türkler de o kullanılan dili anlamıyorlardı, çünkü onların eserleri toplumun kaba Türkçe konuşan kesimi için yazılmamıştı. O eserler fasih Türkçe denilen, bazen yabancı sözcük oranı yüzde doksana dayanmış, üst kesimin öğrendiği ve kullandığı edebi dilde yazılmıştır. Yani sadece yazılan, konuşulmayan bir Türkçedir. Peki o zaman atalarımızın konuştuğu Türkçe nasıldı?Osmanlı dönemi halk Türkçesi ile yazılmış metinler var mı? Gelin Osmanlı dönemi konuşulan Türkçenin örneklerini tek tek inceleyelim.
Neşri Tarihi'nden ve Orhan Gazi'nin İnegöl çevresini Geyikli Baba'ya armağan etmesini anlatmakta.
Turgut Alp:"Benüm köylerüm dairesinde bir nice dervişlergelüp tevattun itmişler. İçlerinde bir derviş vardur. Geyicüklerle musahabet ider, hiç geyicüklerden biri andan kaçmazlar, hayli mübarek kişidür."
Derviş: "Baba İlyas müridiyem ve Seyyid Elvan (Babai) tarikindeyem. [..] Bu bizüm teberrükümüz oldukçadur amma dervişlerüñ duası saña ve senüñ neslüñe makbuldür."
Orhan Gazi: "Bu İnegöl yöresi dede senüñ olsun."
Derviş: "Padişahum, senüñ sözüñ sınmasun. Şol karşuda duran depecükden berü yircüğez, dervişlerüñ havlısı olsun." (Kartallıoğlu, S.67, 68)
Aşık Paşazade'nin Tevarih-i Al-i Osman adlı eserine göre Karacahisar fethinden sonra Osman Gazi ve Tursun Fakıh arası geçen konuşma.
Osman Gazi: "Her ne kim size gereklidür anı eyle idün."
Tursun Fakı; "Hanum! Bu işe sultandan icazet ve izin gerekdür."
Osman Gazi; "Bu şehri ben hod kendü kılıcumla aldum. Sultan'a bunda ne dahlı var kim andan izin alam? Aña sultanlık viren tañrı baña dahı gazayıla hanlık virdi ve eğer minneti şol sancağısa ben hod dahı sancak götürüp küffar ile oğraşmadum. Eğer ol ben Al-İ Selçuk neslindenven dirse ben hod Gök Alp oğlıyın dirin ve eğer bu vilayete ben anlardan öñdin geldüm dirse benüm dedem Süleyman Şah dedem hod andan evvel gelüp turuturur.(Kartallıoğlu, S.64)
Kemalpaşazade'nin Tevarih-i Al-i Osmanı'nın dördüncü defterine göre Bayezid Han ve çoban arasındaki konuşma:
"Çal bre çoban çal! Ne canuñ yandı, ne cigerüñ yakıldı? Ertuğrul gibi oğluñ mı öldi? Sivas gibi şehrüñ mi yıkıldı?" (Bayezid Han Timur'un Sivas'ı yıktığını öğreniyor, Kemalpaşazade, Tevarih-i Al-i Osman IV Defter. Kartallıoğlu, s.71)
___
Aşık Paşazade'nin Tevarih-i Al-i Osman adlı eserinde bir Rum tekfuru (beyi) ve adamları arası geçen konuşma.
Tekfurun adamları : Türk bizüm göñlümüzi yırtdı, evümüzi başumuza yıkdı!
Tekfur : Bunlaruñ koñşuluğı bizümle toğanıla karga koñşılığına beñzer oldı. Eğer bu Türk'den bize kurtılmağa çare olursa dostumuz Halil Paşa'dan olur. Girü aña yalvarmak gerekdür.
(Kartallıoğlu, s.79)
Naima Tarihi'ne göre II. Osman ve ulema arası geçen tartışma:
II. Osman: Askerüñ toplanmasınuñ sebebi nedür?
Ulema: Kul taifesi padişahuñ Anadolı'ya geçdüğine razı değillerdür ve hoca efendi ile Darüssaade ağası sürgüne gönderilsünler.
II. Osman: Varuñ söyleñ. Kabeye gitmekden vazgeçdüm. Ama anları mansıblarından (görevlerinden) bile kaldurmam.
Ulema: Yarın görelüm!
II. Osman: Katli istenen adamları vermem!
Ulema: İki şerden hafif olanı seçmek lazımdur, verilmezse dahı ziyade şer ve fesada sebeb olur, umumi zarara karşı hususi zarar tercih olunagelmişdür.
II. Osman: Siz alakadar olmañ. Anlar başsız askerdür. Tiz dağılur.
Ulema: "Padişahum, bu kadar gençlik yapma. Böylece belanuñ üzerine keyf urma! Kul taifesi cemiyet etdükde (bir araya geldiklerinde) istedüklerini alurlar. Büyük atalaruñuzdan alagelmişlerdür. Evvelce olmak (öncekilerden ders almak) hayırlıdur."
(Kartallıoğlu, S.92, 93)
Evliya Çelebi'ye göre Sultan İbrahim'in esir alınıp, Mehmet Han tahta geçtikten sonra Cellat Kara Ali ve Sultan İbrahim arasında şu konuşma geçmiştir:
Ahali: Bre Sultan İbrahim sırça saraydan boşanmış (kaçmış). Bostancı Ocağına varup dahl düşmüş (içeri girmiş). Cümle saray halkı padişahumuzuñ uğurında kırılup yine İbrahim Han'ı padişah ideriz.
(O sırada Sultan İbrahim ve Cellat Kara Ali konuşuyor.)
Sultan İbrahim; Canum usta Ali, niye geldüñ
Cellat: Cenaze namazın kılmağa geldüm.
Sultan İbrahim; Vallahi ben de kılarum. Yusuf Paşa lalam Hanya'yı feth idüp geldükde saña öldürtdüm, namazın kılmadum. İşte şimdi kılalım.
(Kartallıoğlu, S.99)
Evliya Çelebi ile konuşan Kırım Hanı (4.) Mehmed Giray Han
"Bre kazakdaş yoldaş kardaşum Evliyam, sen hoş geldüñ. Kaydan cügürüp gelesin? Sen benüm oğlum Ahmed Geray Sultanumla Uyvar seferinde ve Raba seferi bozkunluğında bile olup soñra sen Alman kralına elçi paşa ile gitmişsin. Şimdi kaydan gelirsen?"
(Kartallıoğlu, S.103)
Bir Osmanlı prensesinin mektubu
Fransız sanatçı Antoine Melling Osmanlı sarayına mimar ve ressam olarak hizmet etmiştir. Türkçeyi öğrenmiş olmasına rağmen Arap harflerini çözemediği için Osmanlıca yazamamıştır. Bundan dolayı 3. Selim'in kız kardeşi olan Hatice Sultan ona gönderdiği mektupları Latin harfleri ile yazmıştır. İşte o mektuplardan kesitler. Lütfen unutmayın ki kullandığımız çağdaş Latin harflerimize Türkçeye öz olan sesleri temsil harfler eklenmiştir. Yani o dönem Ç, Ğ, I, Ş, Ö, Ü harfleri kullanılmamaktaydı.
"Melling Calfa
Bu iki ornek sehtijan ghuzeldir bujle jabdiresin ve ghumise cekmec icin resim ghurdim lakin sakin jabdirma evelki ressim dursun sakin busma ve entari resimlerini capic isterim, iscveris jukdur ghetirdijin elmasi scimdi ghunderesin bakib jine scimdi ghunderesin bakip jine scimdi ghunderesin, ve inci ve pul parasi martedi ghuni veririm, haman scejlere caliscasin."
Çağdaş Latin harfli Türkçeye aktarılmış hali:
Melling Kalfa
Bu iki örnek sahtiyan (Keçi derisi) güzeldir. Büyle yapdırasın ve gümiş çekmece için resim gördüm lakin sakın yaptırma evelki resim dursun buzma ve entari resimlerini çapik isterim. İşveriz yoktur, getirdiğin elması şimdi günderesin bakıp yine şimdi günderirim ve inci ve pul parası Martedi (Salı) günü veririm, hemen şeylere çalışasın.
(Kartallıoğlu, S.107)
Oruç Beğ (15. yüzyıl) Tarihi'ne göre Malkoçoğlu Balı Bey'in buyruğu altında yürüyen tellalın konuşması;
"Yiğit, yeñil gaziler, dilaverler bilüñ ve agâh olun, ben gazaya niyet itdüm kim gaza idüp düşmenile buluşmağa. Elbette düşmenile buluşmayınca ölmezem, bildüm bilmedüm dimeyesiz. Kendüyle, atına ve tonına ve kılıcına ve yarağına (silahına) inan gelsün."
(Kartallıoğlu, S.116)
Yamyan Kalmıklarla karşılaşan Evliya Çelebi:
Kalmık: Gel padişahımızın oğlıdur. Sen de yemiş ol.
Çelebi: Ya adam eti yenür mi.
Kalmık: Bah yenir ya! Biz anın etini yeriz ki canı birbirimizin canına girüp ölmez, bile gezer. Domuz etiyle ve yılan etiyle adam etinden tatlı babamız bir şey yaratmamışdır.
(Kartallıoğlu, S.151)
Macar elçisi ve bilim adamı olan Jakab de Nagy Harsany'nin 1672 yılında yazıya geçirdiği Türkçe örnek yazılardan bir kesit:
Harsany ayrıca bir Türkçe - Latince sözlük de hazırlamıştır.
Yolcu: Uzak mıdır konak? Zira pek yoruldum ve dünden beri igirmi dört sahat içinde hiç bir şey yememiş iken karnım dayanmaz açtur.
Kılavuz: Bir sahat yol deha vardur. Çok değil, sabreyle tez andayız.
Yolcu; Hoş, emma yurulmış atun gendi kuyruğı dahi ağırdur. Ey midir ol konak? Bulunur mu her şey?
Kılavuz: Gayri zeman pek ey idi. Ümizüm budur ki şimdi daha ey ola. İşte konak.
Yolcu: Sual eyle, nesi var konukçınun.
Kılavuz: Gel beri konak sahibi, konukçı. Diğne beni, nen var? Yecek, içecek var mı? Yem, otluk, saman, arpa ve yulafun var mı? Konak verür misin?
Konukçu: Konak Allahundur, hoş geldiniz, safa geldiniz.
Kılavuz: Müsafir kabul eder misin?
Konukçu: Ehli ırz ademlere evimüz her zeman açıktur. Buyurunuz içeri, her şey hazırdur, ev güzel, temiz ve sıcak.
Kılavuz: Bu biyük soukta sıcak odanun pek hazı var. Ahırun var mı?
Konukçu: Vardur.
Kılavuz: Kaç at sıgar ahırda?
Konukçu: Sizin atlarınuz kaçtur? Zira benüm ahırım elli altmış at alur. Hem şimdi bomboştur. Müsafirler bugün getti.
Kılavuz: Biz iki at sahibiiz ancak. Buyur oğlana atlarımuzı ahıra çeksin, hem hoş timar etsin, biz hizmeti pahasını veririz.
(Kartallıoğlu, S.211, 212)
(George Hazai, Das Osmanisch-Türkische im XVII Jahrhundert, Akademiai Kiado, Budapest)
Alman misyoner ve yazar Jean Baptiste Holderman (1730)'a göre 18. yüzyıl Türkçe konuşma dili:
-Ne çok eylendiniz (eğlendiniz = Eğlenmek = vakit geçirmek) ağalar.
Boş boşuna deyüldi, çelebinüñ evinde bir eyü kahve altı buldum. Yazık ki sen de benüm ile gelmedüm.
-İki saatten berü seni burada Ahmed Ağa ile bekleridüm.
Ya Ahmed Ağa neredür?
-Size Selamı var, ancak bir sıklet (önemli) işi zuhur itdüginden sizi dahi ziyade bekleyemedi.
Bir pek eyü ademdür. Yazık ki ben anun ile görüşemedüm. Hey kardaşlar, bu bağçeye sözünüz var mı?
-Beyendinüz mi? Her dürlü ağaçdan ve çiçekden ve meyveden bulunur, gezinecek yerleri pek güzeldürler.
Şu çiçekliği pek beyendüm. Turunc ağaçları nerededür?
-İşte şu yandadur.
Doğru söylemeli böyle güzel bağçe kıt bulunur. Bu zemanda seyr pek eyüdür. Yarın gene gelür, bir zevk süreriz. Ahmed ağayı bile alırum.
(Kartallıoğlu, S.282, 283)
(Jean-Baptiste Holderman, Grammaire Turque ou methode courte et facile pour apprendre la langue turque, 1730, Constantinople)
19. yüzyılda yaşamış Fransız kökenli oryantalist ve dilbilimci Xavier Bianchi'nin Le Nouveau Guide de la conservation en Francais et en Turc (1852) adlı eserinde geçen "Balık Avlama" diyaloğu:
Yemekden soñra eyer isterseñiz balık avına gidelim.
-Baş üstüne asla zevki reddetmem. Balık avlamağa göle mi çaya mı gidelim?
Gidecek yerimiz uzak deyil. Çay buraya pek yakın. Bu çayda balık çok zannederim, sübhesiz avımız çok olur.
-Yanımızda olan gölde altı okkaya kadar sazan balığı çıkdığı var. Olta ile avlamasını mı seversiñiz? Gölüñ balığı çokdur. Oraya gidip olta ile avlayarak güneşiñ harareti kesilinceye dek eyleniriz.
Ağ avını daha eyi severim, zira bunuñla büyük balık tutarlar.
(Kartallıoğlu, S.277, 288)
19. yüzyılda yaşamış Ermeni keşişi olan Samuel Catergian'nın Guide de Conversation Turc-Francais-Allemand (1855) adlı eserinde geçen kahve dialogu:
Şu kahveye girelim de rahat lakırdı edelim.
-Baş üstüne. Pek susamışım serinledecek bir şey lazım.
Dondurma, lımonada ister misiniz?
-Hayr, arpa suyu yahod piva (bira) isterim.
Yahu bana beyaz arpa suyu getir. Bir çay getir.
-Siz buyurmaz mısınız efendim?
Hayr, bana bir sıcak ponc (punç) getir. Bendeniz sabahları bir kadeh çikolat, öyle (öğle) taamından (yemeğinden) sonra da bir çay içerim.
-Yahu Fransızca gazetan var mı?
Evet efendim. Nemçece (Almanca) jurnalımız da var.
-Dostum akıllı yolcu kahvelerde politika üzerine lakırdı etmez. Parayı verelim de tekrar gezmeye çıkalım.
-Brakın parayı ben veririm. Sayrı defa (başka sefer) siz verin.
(Kartallıoğlu, S.383, 384)
Alman misyoner ve yazar olan Jean Baptiste Holderman'ın Grammaire Turque ou methode courte et facile pour apprendre la langue turque(1730, Constantinople) adlı eserine göre konuşma dili;
(bir arkadaşına konuştuğu kişinin kökenini sormakta.)
Kim idi ol Çelebi ki senün ile demin lakırdı ideyürdi.
-Nemçedür (Almandır)
Ben anı İngliz zannitdüm.
-Nemçeye göre Türkçe pek eyü söyler. Türkçeyi çok müslümanlardan eyü bilür. Zahir çokdan bu vilayetlerde gezer. Beş ıldan berü bundandur.
Bir pek eyü adama benzer. Anun ile gürüşmeye pek haz iderim.
-Seni anun ile buluşdururum.
(Kartallıoğlu, S.300, s.301.)
18. yüzyılda yaşamış İngiliz kökenli Tüccar Thomas Vaughan'ın "A grammer of the Turkish language" (1709, London) adlı eserine göre 18. yüzyılın konuşma dili. Uşak ile sabahleyin yapılan konuşma.
Bre oğlan sabah yakınmı?
-Güneş bile doğdı bir saatdan artıkdur.
Hiç öyle olurmu? Ta bukadar çok oyudummı?
-Pencereleri açduğum zaman gürürseniz.
Gerçeksin. Tez imdi bana zıbunımı ve kaftanımı getür.
-İşte, sanduk üstünde başıñız yanındadur.
Var imdi bana su getür, ellerimi ve yüzimi yuvayım.
-Isıcak mı istersiñiz?
Yok. Ben o kadar hüpe (soğuk) değilim. Silecek (havlu) kandadur? Bre murdar ne ile silineim?
-Sultanum temüz yokdur. Ben onları çamaşıra yaykamağa (yıkamaya) virdim.
İmdi gümleğimle silineyim.
(Kartallıoğlu, S.420, 421)
Fransız kökenli oryantalist, misyoner ve dilbilimcisi olan Pierre François Viguier'in 1790 yılında yazdığı "Élémens de la langue turque" adlı eserine göre 18. yüzyılın Türkçe konuşma dili:
Başlangıç kısmını paylaştığımız öyküde bir Türk tüccar olan Mehemmed Çelebi ve Yahudi tüccar olan Samoyil bir Frenk tüccarı kandırmaya çalışır.
Öykü:
Samoyil; Bu zamanınız hayr olsun Mehemmed Çelebi. Keyfiniz eyi mi? Ne alemdesin? Dükkianenda bir şey kalmamış ha.
Mehemmed Çelebi: Muammer ol bazırgan. Nedir aslı çoktan beri görinmedin? Bir parası çok aklı az adem bolamadım ki seninle bir az şeyini kapalım.
Samoyil: Şindi bir yeni bezirgan geldi. Türkçe bilir, amma Estambolon halini bilmez. Sen bu dükkiandan olmakdan bir mukellef dükkan tedarik eyle. Tahmina bir bin gouruş kadar da ne yaparsan yapıp boul. Ben de bazırganı aldadırım, şöyle böyle deyi bulay ola ki o bin gouruş ula elinden bir yirmi otuz kese ahce kadar kapaydık. Amma yarısıne verir mi sin? Sen de yarı ahçeyi aldıkdan sonra bou vilayetde dourma.
Mehemmed Çelebi: Hayd, bakalım. Yarısı çok dour. Amma ikisin ben alırım, birin sana veririm. Niçin dersen, sen bourda otouradcaksın, ben terki diyar etmeli(yim).
Samayil; Mehemmed, terki diyar etmeye ne hacet? O ahçe yile bir iki yıl dışarda kâr eyle. Sonra bir başka tarafa gel. Estamboul büyük, seni nerde bouladcak? Allah'a esmarladık.
Mehemmed Çelebi: Hoş gueldin, safa gueldin, işin rast guele. Göreyim seni. Ya elimizde olan kousur şeyimiz guider, ya bir az para sahibi olouruz.
(Samoyıl kul kılığında Frenk tüccara gider)
Yahudi: Efendim, bou zamanınız hayr oulsun. Yatakda mı sınız? Sizin kahveye, şekere, bahara (baharata) muşteri bouldoum ki, deme guitsin. Bir yeni dukkian açmış, dukkianı donatmak ister. Sizden munasibini boulmadım.
Bazırgan: Amma bak, derler ki, tellalar bazırguianlara çok dekk (hile) eder. Ben öyle hileye guelmem. İşim doğroudan doğruya. Aldanırsam sen bilirsin ha!
Yahudi: Başım için ne seni aldadırım, ne onou. Sonounda nasıl kiâr (kâr) olacağın ben bilirim. Eyer veresi vermeye inanmazsan, bütün altmışlık alayım. Benim ne yapacağım soñra douyarsın.
Bazırgan: Var ındık, o adam bouraya al gel. Ben bir kerre göreyim. Dükkanın görmek hacet deyil.
(Samoyil Mehemmed'e geri döner)
Samoyil: Sabahınız hayr olsoun Mehemmed, bazırguana söyledim. Seni şindi oraya götüreceyim amma hiç ahcen var mı? Beraber götürelim. Sana bir nasihat vereyim. Tok gözlü görün, zira onnar tok gözlülüye canını verirler.
Mehemmed: Dediyim bini tedarik etdim. Onu götürürüz. Beş yüzün sen götür, beş ben. Bazırgana deyelim ki daha getireceydik, ak ahce olduğoundan pek ağır, hammala versek söz olur, zira bizim İstambouloumouzda bir adamın zenguin oldouğunou douyarlarsa malını rehat ila yedirmezler. Bizim Estambouloumouz ağnaşılmaz bir memleket dir.
(Kantallıoğlu, S.477, 478, 479)
18. yüzyılda yaşamış Ermeni kökenli katolik Cosimo Comidas de Carbognano'nun 1794 yılında yayınladığı Gramatica Turca adlı eserinde hem edebi, hem de konuşma dili ile derlenmiş beş masal vardır.
Edebi dil ile yazılmış masal:
Bimari-i Zagan
Bir zagan ziyade hasta ve sahib-i firas olup sağlığından meyus oldukda validesinden meyus oldukda validesinden istida etdi ki cevamı ü meabide varıp sağlığı içün nice nezirler ede. Validesi dahi redd-i cevab edip dedi ki hatrın içün ben bu hizmeti eda ederim, lakin korkarım ki zahmetim boşa gide. Zira sen hal-i hayatında daima her secdegahı berbad ve cemi mihrablara alude vü telvis eder idin. Şindi ne yüz ile istersin ki ben senin içün şifa recasına gidem ve reca dahi indallahi makbul u müstecab ola.
Aynı masalın 18. yüzyıl konuşma dili ile derlenmiş hali
Bir çiaylak hasta olup sağluğından umudunu kestikde anasına reca (rica) etdiki ibadetgahlara varıp sağlığı içüñ çok hairlı niyetler eyleye ve anası dahi cevap verip dediki hatrıniçüñ ben bu hizmeti görürüm, lakin korkarımki boşa gide. Zira sen sağlığında daima ibadetgahları mihrabları ila murdarlar ıdıñ. Şindi ne yüz ile istersin ki ben seniñçün şifa recasına varayım ve bu reca dahi Allahıñ indinde (katında) makbula geçe?
İkinci masal:
Edebi dil ile Bizari-i Hargüşan oz zengedi:
Başlangıç kısmı;
Ol kimesne ki gendi belasını çekemez ise gayrılara nazar edip onlardan sabr etmekligi öğrenmek içün temsildir. Bir vaktde hargüşlerden bir tayfa orman içinde geşt ü güzar ederlerken bir azim gürültü zuhur edip ol sebeble ziade müvessü'l-hal olduklarında havf ü haşyetlerinden mevt mertebesine varıp tek bu pervalardan baid olalım diyü çağrışarak girizan üzre iken rehgüzarlarında bir abgir vakı olup gendilerini....
Konuşma dili ile derlenmiş öykünün aynı kısmı:
Her kimki gendi derdini çekemez ise ele nazar edip elden sabr etmesini öğrenmek içiün temsildir. Bir vakt bir sürü tavşian bir orman içinde gezer iken bir böyük gürültü kopup ol sebeb ile gayet harekete geldiklerinde korkularından ölüm mertebesine varıp tek bu korkularından emin olalım diyü çağrışarak kaçiar iken yol üstünde bir göle rast gelip gendilerini...
(Kartallıoğlu, S. 528 - 532)
19. yüzyılda yaşamış Lübnanlı Sözlükbilimci Nassif Mallouf'un babasına yazdığı Türkçe mektup ve babasının yanıtı:
Babasına mektubu:
Devletlu efendim pederim hazretleri, guece ve gündüz türkice öyrenmeye çalışıyorum ve bir az söylemeye ve yazmağa başladım size ileri guittiğimi göstermek için işbu kısacık tezkeremi yazıp cenabıñıza takdim ederek mübarek mizac-ı şerifiñizi sual ederim efendim.
(Kartallıoğlu, S.541)
Babasının yanıtı:
Benim kiamil ve akllı oğloum. Bu kerre işittim ki türki lisanında ileri gitmişsiñiz pek hazz ettim. Göreyim seni oğloum bilirsiñizki bizleriñ alış ve verişimiz Anadoluca ouldoğundan dayima Türki mektoublarımız eksik olmaz. Şouna ve bouna yazdırmaktayım. Heman bu lisanı tez vakitta öyrenmeye say (calış) ve gayret edesiz.
(Kartallıoğlu, S.546)
19. yüzyılda yaşamış bir Osmanlı paşası nasıl konuşurdu? Ahmet Cihan Bey'in 2007 yılında yayınladığı "Ahmet Çevdet Paşa'nın Aile Mektupları" adlı esere göre Cevdet Paşa'nın kullandığı Türkçe:
Nur-ı Aynım Efendim,
Bu hafta dahi bir kıta mektubuñuzu aldım, sıhhat afiyet haberiñizden memnun oldum. Ali Sedat’ın ve Fatma Aliye'niñ gözlerini öperim. Sairlere selam ederim. Tahririñizden [yazdıklarınızdan] añlaşıldığına göre Ali Sedat Bosna esvabı giymeyecekdir. Binaenaleyh nafile yapdırıp götürmeyelim. Bu suretde oña nasıl hediye hazır edelim, kendisinden soruñuz ne ister? Nasıl araba alalım deyü sual etmissiñiz, efendim. inşallah el-kerim Istanbul’a gidildikde zannederim ki bizim için herhâlde bir ala kupa araba iktiza edecekdir [lazım olacaktır]. Lakin şimdi ala araba alındığı halde oña bir çift araba bargiri [beygiri] dahi lazım olur. Şimdiki bargiriñize göre pek de pahalı araba yakışmaz zannederim. Fakat herhalde rey [karar] siziñdir. Nasıl ister iseñiz öylece yapıñız. Asla bir şey diyemem. Şu kadar nasihat ederim ki çocukça düşünmeden iş tutmayıñız. Güzelce düşünüp danışıp da öylece bir işe baslayıñız. Kâr ve zarar sana aitdir. Elhasıl soñra baña baş ağrısı vermeyiñiz de nasıl ister iseniz öylece hareket ediñiz. Baña hiç sormayıñız. Şimdi bir tek hayvanıñız var, oña göre rahat edecek ve gönlünüz hoş olacak suretde bir araba alıñız. Burası kadın değil kadın gibi nazik erkekleriñ bile gezecegi yer değildir. İnşallah Osman Paşa’nıñ hareminden doğru haber alırsıñız. Baña etdirmedigiñiz yemin kalmadı. Hâlâ yemin lakırdısı ediyorsuñuz. Allah akıllar versin. Ben burada çekdiğim zahmet ve göñül azabını size yazmıyorum, rahatsız olmayasız deyü. İnşallah el-kerim buradan bir gün akdem [bir an önce] çıkmağı Cenab-ı Hak’dan temenni ediyorum. Cümleñiz sağ ve var olasız efendim (6 Eylül 1863).
(Kartallıoğlu, S.556)
Yavuz Kartallıoğlu, Osmanlı Konuşma Dili, Kesit Yayınları, Mart 2017, İstanbul
Yorumlar
Yorum Gönder